GK#00052 – IMA F’ING NEW YORKER

Yazan:
Emir Gamsız
Tarih:
27 Ağustos, 2021
Konu:
Piyanist, besteci ve yazar Emir Gamsız’ın 5 yıllık Paris, 11 yıllık New York yaşamından sonra Türkiye’ye dönüşünde “Amerika Düşmanı” diye etiketlenmesine kültürel aidiyet ile eleştiri farkları üzerinden verdiği cevap.

2018 sonbaharında eşimle Türkiye’ye dönüşümüz sonrasında kültür konusunda konuştuklarım ve yazdıklarım sebebiyle en yakın arkadaşlarım bile beni Amerika Birleşik Devletleri’ne ve bütün ABD vatandaşlarına düşman biri olarak etiketledi. Bu etiketlemelerinin değerlendirmesini en nazik biçimde ifade edecek olursam gerizekalıca demem gerekir. Yakınlarım bu dediğime gülecektir ama yakınım olmayanlara da konuyu açmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Türkiye vatandaşı olup da Türkiye’nin sorunlarından hâttâ kepazeliklerinden yakınmayan yoktur. Kimi Türkiye vatandaşı ekonominin kötülüğünden yakınır, kimileri ahlaksızlıktan, kimileri pahalılıktan. Yakınan kişi biraz daha okumuş biriyse kültürel değişikliklerden Türkiye’nin kültürüne zarar verdiğini düşündüğü konulardan bahseder. Bu yakınmanın bir yaş sınırı da pek yoktur; gencecik biri de yakınabilir memlekette olan bitenlerden hayatının sonbaharında yaşlı bir vatandaş da. Bu kişilerden birine “Sen Türkiye düşmanısın” demek ne kadar aptalca bir etiketleme ise bana ABD düşmanı demek de aynı aptallıkta bir yakıştırma. Örneklere geçmeden önce bilmeyenler için açıklayayım, başlık “Baş belası bir New York’luyum” anlamına geliyor. Tabii gerçek mânâsı argo olduğu için “baş belası” derken TRT sansürü benzeri bir çeviri yapmış oldum.

Öncelikle bütün yazılarımda “Amerika” yerine “ABD”, “Amerikan kültürü” yerine “ABD kültürü”, yazmamın sebebi bile benim ne kadar oralı olduğumu açıklıyor. ABD’nin büyük çoğunluğunda olduğu gibi New York’ta da kaçak şekilde çalışan Güney Amerika kıtasından ülkelerden, özellikle Meksika vatandaşı çok fazla kişi mevcut. Bu kişilere kısaca “Evraksız (undocumented)” denir. Evraksızlar haricinde birçok alanda iyi pozisyonlarda çalışan binlerce Güney Amerikalı vardır. New Yorker olup da Porto Rikolu, Jamaikalı, Ekvadorlu, Meksikalı, Arjantinli, Brezilyalı, Kolombiyalı, Perulu yakın arkadaşınız, iş arkadaşınız, sevgiliniz veya en azından tanıdığınız olmaması imkansızdır. Caffe Vivaldi’nin evraksız aşçısı da dostumuz oldu yıllarca, iki tane çok sevdiğim Ekvadorlu öğrencim de oldu, Türk New Yorker arkadaşımın Türkçe bilen Perulu eşi de. Bir çok Güney Amerikalı tanıdığım, çeşitli dönemlerde çeşitli sinirlilik düzeyinde, bazen de sadece alay ederek ABD’nin sadece kendi yaptıklarına Amerikan diyerek Güney Amerika ve Orta Amerikalı kültürlere karşı nasıl bir küstahlıkta olduğundan yakındı yıllarca. Daha da ötesi sadece kendine Amerikan diyen küstah çoğunlukla beyaz ABD’liler aynı zamanda Güney Amerikalılara da Hispanic (İspanyol asıllı) ya da Latino der. Ayrıca Türkiye’de tarih derslerinde Amerika kıtalarını sözümona keşfettiği yazan Kristof Kolomb bir çok ABD’li tarafından soykırımcı bir cani olarak görülür ve her sene adı verilen günde çeşitli protestolar yapılır. Kuzey Amerika kıtasının yerlilerinin kaybolmasının ana sorumlusudur Kolomb. Bu yüzden “American” veya “Un-American” yerine yeni deyişler üretmeleri için ABD kültürünü zorlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Yani benim Amerikan yerine ABD’li demem ABD vatandaşlarının hakkaniyetli ve insancıl olanlarına gösterdiğim yüksek saygıdan kaynaklanmaktadır. Daha derine inecek olursak Hispanic ve Latino kültürün de Americano derken kıtalarına ismini veren Amerigo Vespucci’nin ırkı hakkında yakınırken veya ABD’yi kötülerken kendi ırklarından bir terimi kullanmıyor olmalarının bir sevgi-nefret ilişkisinin içten içe tepkilerini temsil ettiğini de söyleyebiliriz.

Eski New York valilerinden trilyoner işadamı Michael Bloomberg Manhattan’da yaşadığım yıllarda bir kasırga sırasında yaptığı konuşmada New York’a yaşamak için gelenlerin ikinci günlerinde artık New Yorker olduklarını söylemişti. Tabii bu dediği mümkün değil ve bir New Yorker olarak tabii ki hiçbir valinin dediğini beğenmeyeceğim, önce Wall Street’e yağdırdıkları bütçelerden çok çok küçük bir kısmını ayırıp çöpleri haftada 3 kereden fazla toplasınlar, şehir büyük bir çöplük gibi.

Ama New York’u turist olarak gezmek ile ev aramak arasında New Yorker olmaya yönelik atılan adımların katettiği mesafeler arasında Güliver’in cüceler ve devler ülkesindeki adımları arasındaki kadar büyük fark var. Ev ararken New York’un manyak ahalisinden yeterine çeşitlilikte örnekle tanışma fırsatı oluyor insanın. Kendini aslında önemli bir oyuncu ama geçici olarak emlakçılık yapan biri olarak tanıtan Yunan asıllı emlakçıdan, Çin mahallesinde mutfağa yerleştirilmiş duşakabine, hah çok güzel bir daire dediğinizde ayda 15.000 dolar denmesinden, çok güzel bir ışık alıyor diye tanıtılan dairenin binanın içindeki boşluktaki duvara baktığını görmenize kadar çeşitli tecrübeleriniz olabiliyor dünyanın en pahalı emlak dünyasında. Bir de “cozy (rahat, sıcacık, ev gibi)” diye tanıtılıyorsa  aklınızdan bile geçirmeyin o daireyi. Tabii bu yazdıklarım Manhattan’a veya New York’a yerleşme kılavuzu amacıyla değil, kültürün içindeki oralı olma arzusunun insanları ne rezalet şartlara tahammül etmek için motive edebildiğinin altını çizmek için.

Eşimin okulu için taşındığımız bu manyak şehire yerleşmek ilk etapta planımız değildi. Sonra yavaş yavaş içine çekti Upper West Side bizi. Pulitzer ödüllü bestecilik hocam David (Del Tredici) küçücük dairemize yemeğe geldiğinde “Oooo, süper adrestesiniz, yer küçük ama adres süper. Yalnız biliyorsunuz değil mi bu dairede ölebilirsiniz.” demişti. Birincisi David haklı, üçüncü yılımızda ölen yan komşumuz gibi birçok kişi bu şehirde yaşamak adına Türkiye’de kabul edilmeyecek şartlarda sürdürüyor hayatını ve ölüyor. İkincisi Türk biri tevazu sebebiyle hocasını Pulitzer ödülüyle değil, ne kadar sıcak ve iyi biri olduğu gibi özellikleriyle tanıtır, New Yorker için ise etiketi göstermemek aptallıktır. Hâttâ bir arkadaşımızın eşinin bazı mekanları övmek için histerik bir şekilde “New York famous ! (New York’ta meşhur)” diye bağırmaları aklımızdan çıkmayan nidalardandır. Bu “New York famous” örneğinde de New Yorker değil de Türk bakış açısıyla arkadaşımın da eşinin de erkek olduğunu, yani eşcinsel olduğunu mutlaka belirtirdim. Bir New Yorker için ise eşcinsellik çok normal olduğu için belirtme ihtiyacı duymaz. Hem oralı hem buralı iseniz her iki kültürde de gerektiği gibi davranmayı bilirsiniz.

Upper West Sider (Yukarı Batı Yakasından) olmak ile Midtown’dan (Şehir Merkezinden) olmak arasında çok büyük fark vardır Manhattan’da. Manhattan’lı, ve Brooklyn’li olmak da farklı şehirlerden olmak gibidir. Bronx’luysanız Manhattan’da sadece beyaz ve çok paralı snoblar yaşar diye düşünürsünüz, Queens’de bir sitcom evinde oturuyorsanız Bronx’ta sadece suçlular yaşıyor olabilir sizin için. Bir de Staten Island var New York City’nin beşinci ana bölgesi olarak ama orada kimler yaşar kimse bilmez.

New Yorker değilseniz “Seinfeld” dizisindeki esprilerin ciddi bir kısmını anlamazsınız. Kramer’ın Downtown’da bir telefon kulübesinden Jerry’i arayıp “Downtown’dayım çok korkuyorum” demesine  Kramer’ın egzantrik karakteri sebebiyle gülmüş olabilirsiniz ama oradaki New Yorker esprisi Upper West Side’da yaşayan karakterlerin genelde New York’ta olduğu gibi Downtown’a neredeyse hiç gitmemeleridir. Daha da ötesi Jerry’nin “Sakin ol, etrafında ne var söyle” demesine Kramer panik içerisinde etrafına bakıp “Ray’s Pizza (Ray’in Pizzacısı)” diye cevap verdiğinde Jerry’nin ikinci sorusunun komikliğini tespit etmek New Yorkerlar için bile açıklama gerektirebilir. Jerry “Is it original ?(orjinal mi?)” diye sorar. New York’ta o kadar çok Ray’s Pizza var ve hepsi kendisinin orijinal olduğunu iddia ediyor ki, gerçekten orijinal bir Ray’s Pizza var mı bilmek mümkün değil. Türkiye’de olsa “Öz Ray’s Pizza” veya “Hakiki Ray’s Pizza” adında birçok pizzacı açılırdı kesin.

İçinde büyüdüğümüz kültürlerin dışındaki kültürlerden etkilenmek, o değişik kültürlere dair incelikleri öğrenmek insan ruhu için çok güzel bir zenginliktir, çünkü o kültürden biri olana kadar o kültüre dair en güzel ayrıntıları öğrenir insan. Bach’ın müziğine duyduğumuz hayranlıkla Alman kültürünün güzelliklerini öğrenmek ile meclislerinin %20’sini oluşturan Neo-Nazi sempatizanı kültürün sertliklerine maruz kalacak kadar “oralı” olmak çok farklıdır. Fransızcam yok denecek kadar az olduğu için Paris’te yaşadığım yıllarda mutlu bir turistten biraz daha fazla Paris’li olabilmiştim sadece. Aslen Marsilyalı ama küçücük yaştan beri tek başına Paris’te yaşayan, yıllarca turneler yaptığımız kemancı arkadaşım Marina’yla bir gün neredeyse bütün Paris’i sadece keyif için yürüdükten sonra Marina’nın söyledikleri de bu ayrımı vurgulamıştı. “Verdiğim mücadele sebebiyle bu şehrin ne kadar güzel olduğunu unutmuştum” demişti Marina.

Başka kültürlere duyduğumuz ilgi, eğitim veya iş sebebiyle bir yere yerleşip oralı olduğumuzda yakınma da başlar. Birkaç yerin yerlisi olmak ise ruhsal olarak zorlayıcı bir durum, aidiyet hissini yok ediyor. Son dönemde yazdıklarıma içerleyen New Yorklular vardır eminim ama oralı yakın dostlarım da zaten yıllardır beraber yakındığımız sorunları konuştuğumu ve yazdığımı biliyorlar ve bu sıkıntıları iletmemden de memnunlar. Düşman olmadığımı, ABD’li insanların birçok özelliğini çok sevdiğimi, örnek alınası bulduğumu biliyorlar. Ben de biliyorum ki her fırsatta ABD’yi kötüleyen New Yorker dostlar da ABD düşmanı değil sadece oralı. Tabii her fırsatta Türkiye’yi kötüleyenleriniz de Türkiye düşmanı değil, sadece buralısınız. Ben ise hem oralıyım, hem buralı, yakınacak konu bende iki kat fazla ne yazık ki.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir